ÖNCELERİ ADI GAZİ ÇİFTLİĞİ idi. Sonra Gazi Orman Çiftliği oldu. Orman sözünün başına getirilişi İtalyan akasyalarının büyüyüp bozkırı ağaçlıklı bir orman kılığına sokmasındandır. Öyle ya, bozkır ortasında böylesi ağaçlıklı, gölgelik yeri nereden bulacaksın! Adı değiştikçe, çiftliğin adı da değişti. İlkin Mustafa Kemal Paşa'ya, Gazi Paşa denirdi. Ankara'da şehrin her yerine karışan bir Belediye Başkanı gibi dolaşırdı. Biri ev mi yaptırıyor, gelir, denetlerdi. Hatta
“Pencereyi şurdan aç, kapıyı şurdan yap!” diye komutlar verdiği bile olurdu.
Tek gezinti yeri idi çiftlik. Pazarları trene biner, ailecek gider, akasyalar arasında otururduk. Ateş yakmak yasaktı. Çay tiryakileri gizlice çay demlerlerdi. Azıcık duman görünse polisler gelir, ateşi söndürürlerdi. İkindiye doğru, kendi de gelirdi. Gelişi, yol boyuna dizilen askerlerden ve motosiklet gürültülerinden belli olurdu.
“Gazi geliyor” derlerdi.
Arada bir halkın arasına karışır, hal hatır sorardı. Çok şık giyinirdi. Elinin birini, ceketinin cebine sokardı. Napolyon nasıl önüne sokuyor elini, o da ceketine sokardı. Gazi adı büyük, erişilmez, çekinilir bir addı. Kümelenmiş bir sevgi de vardı çevresinde. Ankaralılar hep yabansı bakmışlardır Kuvayı milliyecilere. Bundan olacak, ikide bir:
“Bu Ankaralılar kadir kıymet bilmezler. Başkenti Kayseri'ye kaldırmak lazım,” diye tehdit ederlerdi. Adı Gazi'den Atatürk'e dönüşünce, çiftliğin adı da Atatürk Orman Çiftliği oldu.
Bir de Gazi İstasyonu vardı. Küçücük, minnacık, minyatür gibi birşey... Daha Ankara Garı yapılmamıştı. Gazi İstasyonu, Ankara Garı'ndan güzel görünürdü. Demek kendine göre buralarda oyalanırmış.
Traktör üstünde, kolonyel şapka giymiş bir fotoğrafı vardı. Belli ki çiftlikte çektirmiş. Ben ilkokulda iken okuma kitaplarımızı süslerdi bu fotoğraf... Fotoğraflarında iri kıyım, boylu poslu görünürdü. Fakat yakından o kadar boylu değildi. Şimdi hatırlamıyorum ama, 1,65'lik filan.
“Gazi Paşa geliyor...”dendi mi, akan sular dururdu.
Çiftliğin bir de hamamı olacaktı, şimdi duruyor mu, bilmiyorum. Camisi yoktu. Tahsin Bey, Çiftliğin Müdürü idi. Sonra Tahsin bey Milletvekili oldu. Ardından da Bakan oldu. Gazi'nin çiftlik müdürü Bakan olunca, Milli Eğitim Bakanı olacak değil ya, Tarım Bakanı oldu. Başarı sağladı mı Tarım Bakanlığında, bilmiyorum. Şişman kızı vardı Tahsin Beyin, Çiftlikte futbol topu gibi ortalarda dolaşır dururdu.
Marmara Denizi'ne benzesin diye, bir de Marmara Havuzu yapılmıştı. Sonra burası başkalarının da yüzmesine açıldı. Yüzme bilmiyen, Çubuk Çayı'ndan başka çay tanımıyan Ankaralılardan bu havuzda çok boğulan oldu. Bir de Marmara Köşkü vardı. Arada bir canı sıkılınca gelir, bu köşkte kalırmış. İçini hiç görmedim.
Bu araziyi alırken köylülerle çekişe çekişe pazarlık ettiğini Falih Rıfkı yazar. Kuru Ankara'da o zamanlar bu toprakların değeri mi olur, birkaç kuruşu kim verse alabilirdi. Bir ucu Güvercinliğe, bir ucu Balgat'a uzanırdı. Söğütözü Çiftliğin içinde kalırdı. Pamukların çiftliğine kadar uzandığını söylerdi ama, aslı çıkmadı. Pamuklar çiftliği, şimdiki Yenimahalle'nin ardında kalır.”
Mehmed Kemal (Kurşunluoğlu) (1983) “Türkiye'nin Kalbi Ankara“